Yeni bir dil için insan hikayeleri

Hafıza ve Gençlik, Hafıza Merkezi’nin gençlerle hafızadan hareketle geleceğe dönük diyaloglar kurmayı amaçladığı bir proje. Proje kapsamında akademisyen Umut Azak’la düzenlenen ilk atölyede bir araya geldik, bireysel hafıza ve toplumsal hafıza arasındaki ilişkiyi konuştuk. Katılımcıları olarak yaptığımız bu söyleşide atölyeden bahsettik, egemen hafıza ve karşıt hafızalar arasında nasıl bir yaklaşım geliştirilebileceğine değindik.

Hafıza Merkezi
6 min readApr 6, 2021

Söyleşi: Akarsu Demirkol, Ayşe İdil Çaylı ve Özgür Deniz Çakırca

Siz bu atölye hakkında ne düşündünüz?

Benim açımdan hepinizi duymak çok güzeldi. Bahsedilen her bir konu üzerine daha çok konuşmak isterdim. Bir yandan da herkesin sesini duyma amacı olduğu için, sadece –ileriki haftalarda da üzerine çok düşüneceğimiz – değinmeler yapmış olduk. Kendi bireysel hafızalarımızı, resmi tarihle olan ilişkimizi yokladık. Tarih anlatılarıyla, ders kitaplarıyla ilişkimiz (reddediş, kabul ediş, kayıtsızlık), alternatif tarih anlatılarına maruz kalıp kalmama, resmi tarihe nereden bağlanıyoruz–bağlanmıyoruz gibi konularda her birimiz farklı, bazen örtüşen deneyimler aktardı. Birbirimiz arasındaki farklılıkları görebilmemiz çok güzeldi. Çünkü insan bazen herkesin bu devletin tedrisatından bir şekilde geçmiş olduğunu, hafızalarımızın bir şekilde benzeştiğini varsayabiliyor. Oysa öyle değil. Bireysel hafıza denen şey katman katman; farklı kolektif hafızalarla farklı şekilde eklemlenmeleri, bağlanmaları bambaşka kimlikler, duruşlar, pozisyonlar yaratıyor. Atölyede bunların çeşitliliğini görmek çok öğreticiydi. Resmi ya da egemen tarih anlatıları var, bunlar belki hepimize ezberletilmiş de olabilir, ama bunun karşısında bizler güçsüz değiliz, bizim de sesimiz var, başka beslendiğimiz kaynaklar var. Bu grup ve atölye bunu kanıtlıyordu.

Hafıza çalışmaları ne kadar popüler hale geldi Türkiye’de. Birbirinden bağımsız çok fazla insan benzer konularda çalışıyor ve bunun hakkında bir şeyler üretiyor. Bilmiyorum size bu aksediyor mu ya da siz de bu değişimi görüyor musunuz? Sanki Türkiye’de özellikle birçok farklı alanda da olduğu gibi – entelektüel ve akademik olarak – burada da böyle bir uyanma varmış gibi hissediyorum. Siz de hemfikir misiniz?

Bu “hafıza patlaması” (memory boom) denen şey ve akademiye yansıması yeni başlayan bir şey değil, bir süredir popüler olmuş durumda aslında. Ben 2000'lerin başında başladım doktora çalışmama. O sıralarda hafıza çalışmaları literatüründe büyük bir canlanma vardı. Örneğin, Maurice Halbwachs’ın “hafızanın toplumsallığı”, Pierre Nora’nın “hafıza mekanları” kavramları etrafındaki çalışmaları gündemdeydi. Hem toplumda hem de akademide “hafıza” bugün hala “popüler”, önemini yitirmedi. Susturulma biçimleri farklı şekillerde devam ettiği için ona karşı tepki de devam ediyor. Bir ihtiyaç var. Fakat, bu meselelere eleştirel mesafe ile yaklaşan ve teorik olarak ele alan akademik çalışmalar ile farklı alanlarda yürütülen “aktivist” hafızalaştırma çalışmaları olarak iki ayrı alandan söz edebiliriz. Elbette akademik literatürün de farkında olarak bizzat, alternatif hafızaları yaşatmaya, gerçekleştirmeye çalışmak da mümkün. Tam da bu noktada Hafıza Merkezi’nin konumu ilginç; bu iki alanı birleştirmeye çalışan bir kurum. Soruya dönecek olursak, hafıza çalışmalarının popülerliğini çok yeni bir şey olarak görmüyorum; özellikle 80'lerden 90’lardan itibaren bir çalkalanma yaşanıyor aslında Türkiye’de ve dünyada da. Belki de tarihi yeniden yazma isteği.

Bu mümkün mü sizce? Tarihi yeniden yazmak mı yoksa yeni tarihler yazmak mı?

Yeniden yazmak, aslında egemen anlatıları revize etmek, birtakım eksiklikleri kapatmak olarak anlaşılabilir. Baştan, tümüyle yeniden yazmak herhalde çok zor. Tarihi revize ederek yeniden yazmak; seçici bir şekilde oluşturulmuş olan hakim anlatıdaki boşlukları doldurmak, dışarıda bırakılan olguları, insan hikayelerini anlatıya dahil etmek anlamına geliyor çoğu zaman. Resmi tarih kitaplarına girmeyenlerin, susturulanların seslerini dahil etme çabası yani. Bunun için, halihazırda var olan ve erişilebilen kaynakları (resmi veya kişisel arşivler, basın, anılar, meclis tutanakları…) yeniden incelemek veya sözlü tarih yöntemiyle geçmişin izlerini sürmek ve bugünün hafızasını nasıl şekillendirdiğini araştırmak gerekiyor. Örneğin feminist hareketin yaptığı da tam olarak bu aslında, kadınları anlatıya dahil ederek tarih yazımını revize etmek. Kadınlar zaten oradalar, olmayan bir şeyi yerleştiriyor değiller. Zaten orada olanı anlatı içine yerleştirmeye çalışma çabası ve yeni bir dil kurgulama... Bu revizyon, yeni bir dil üretmeyi de beraberinde getiriyor. Cinsiyetçi dilin sorgulanarak yeni bir dil kurma ihtiyacı tarih yazımının revize edilmesi sayesinde daha da önem kazanıyor

Son 10 sene içinde yaşananlar, örneğin üniversitelerde yaşanan olaylar bile farklı şekillerde hatırlanabiliyor. Üniversiteye yeni başlayan öğrencilerin (sorgulayıcı olmayan) bakış açısını nasıl değiştirebiliriz? Objektifliği, empatiyi, karşı tarafı anlamayı nasıl sağlayabiliriz? Yeni bir dili ve hafızayı hayata geçirmek mümkün mü?

Türkiye’de Laiklik ve İslam, Umut Azak

Doktora tezim için çalışırken, 90’larda tırmanışa geçen laik-İslamcı kutuplaşmasının ötesinde diyaloğu mümkün kılan bir dil mümkün mü diye soruyordum. İçinden çıkılmayan laiklik tartışmaları hiçbir yere gitmiyordu, çünkü nefret dili hakimdi. Şu anki “terörist” yaftası gibi, o zaman da “irticacı”, “yobaz” damgası vardı. Her iki tarafta da karşı tarafı düşmanlaştırıcı, şeytanlaştırıcı dil hakimdi. Karşıdakinin bir biçimde vatan hainliğine indirgendiği bir dil... 1940’lardan bu yana laiklik tartışmalarını incelerken, işte tam da bu dilin, tarihin bambaşka okumalarına, aynı olayların bambaşka bir şekilde yorumlanmasına dayandığını fark ettim. Laiklik-İslamcılık çatışması aslında bir hafıza çatışmasıydı. Hala da öyle. Örneğin 2000’lerin başında İnkılap Tarihi ders kitaplarındaki köşesinden alınıp gazete manşetlerine taşınan Menemen Olayı’ndaki kurban/kahraman, Atatürkçüler için “laik Cumhuriyet için kendini feda eden” Kubilay iken; İslamcılar için bu olayın kurban/kahramanı, olayla doğrudan bağlantısı olmadığı halde İstanbul Erenköy’deki evinden Menemen’deki Divan-ı Harp Mahkemesi’ne getirilip idama mahkum edilen (Necip Fazıl Kısakürek’in deyişiyle) “din mazlumu” Şeyh Esat’tı. Aynı olaya dair bu iki ayrı mağduriyet hafızası karşısında, belki de tek çıkış yolu, her iki tarafın da bugünkü ihtiyaçlarına göre şekillendirdikleri bu “mit”leri sorgulamak. Çünkü mitler ve karşı-mitler, karşı tarafı şeytanlaştırma ve susturmanın bir aracı olarak kullanılıyorlar. Bu yüzden, her iki anlatıda da hangi tarihsel olguların seçilip vurgulandığını, hangilerinin üstünün örtüldüğünü ortaya çıkarmamız, mitlerin ötesine geçmemiz gerekiyor. Ne oldu sorusunun yanıtına belki yüzde yüz ulaşamayabiliriz, ama olabildiğince taşları yerine koyarak tarihi yeniden okumaya çalışabiliriz. Her iki tarafın da siyasi amaçlar doğrultusundaki mitleştirme çabalarını ortaya koyan yeni bir tarihyazımı ve dili oluşturabiliriz.

Esad Erbili. Kaynak: https://esaderbili.com/
Halk Dostu Gazetesi 28 Aralık 1930. Kaynak: Sözcü

Egemen ya da karşıt anlatıların şiddet üreten diline rağmen, yeni bir dil kurabilmek ve kendimizi dinletebilmek için insan hikayeleri anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Gerçek insan hikayeleri bütün bu kalıpların dışındalar ve bize çok şey söylüyorlar. Bu hikayeler sayesinde, karşımızdakilere hakim anlatıların ötesinde, “terörist” ya da “vatan haini” olarak değil de insan olarak bakmaya başlayabiliriz. Öyle araçlar geliştirebiliriz ki duyguları devreye sokacak, bizden farklı olanlar için de duygulanmamızı sağlayacak (Barış Ünlü’nün işaret ettiği “duygusuzluk sözleşmesi”ne son verecek) insan hikayelerini anlatıp yayılmalarını sağlayabiliriz. Bu araçlar arasında belgesel sinemayı çok önemli buluyorum. Bütün derslerimde okumalara ek olarak belgeselleri kullanıyorum. Belgeseller normalde hiç karşılaşmayacağımız insanlarla karşılaşmamızı, yüzleşmemizi, onlarla ortak insanlığımızı fark etmemizi sağlayabiliyor. Bildiklerimizle yeni öğrendiklerimiz arasında kendi iç çatışmamızı yaşadığımız ve duygulanmaya başladığımız anda izlediğimiz mesele neyse o meseleye ilgi ve gerçek öğrenme süreci de başlıyor.

Bizim bir şeyi değiştirmeye veya dönüştürmeye çalışmamıza gerek yok aslında. Biz masaya diğer bakış açısını getirdiğimiz anda insanların eline o aracı veriyoruz. Onları bir sonuca ulaştırmaya çalışmamıza gerek yok, sadece oraya doğru gidebilmek için araçları sağlamamız gerekiyor. Ben bunu çıkardım söylediklerinizden.

Evet, önemli olan farklı yaklaşımların, farklı hatırlama biçimlerinin olduğunu ortaya koymak. Tarihi mitleştirek olguları çarpıtma ya da farklı sesleri susturma eğilimlerine kapılmayıp, farklı hatırlama biçimlerinin duyulmasını sağlamak… Hepimiz kendi adımıza bir sonuç çıkarabiliriz elbette. Bu bir yöntem olabilir ya da bir çözüm. Fakat hafıza alanını daha çoğulcu ve demokratik hale getirmeye çalışırken, çatışmacı dilin dışında başka, barışçıl bir dilin de var olabileceğini bizzat gösterebilmeliyiz. Belki de en önemlisi bu.

Hafıza ve Gençlik Projesi, Hafıza Merkezi tarafından Chrest Vakfı ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin desteği ile yürütülüyor.

Biyografi

2010’dan bu yana İstanbul Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Umut Azak, 1997’de Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Londra Üniversitesi SOAS’ta, doktora çalışmasını ise Hollanda’daki Leiden Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Bölümü’nde tamamladı. 2005–2008 yıllarında Utrecht ve Leiden Üniversitelerinde lisans ve yüksek lisans dersleri veren Azak, 2008–2009 akademik yılında, “Europe in the Middle East — The Middle East in Europe” programı kapsamında Berlin’de misafir araştırmacı olarak bulundu. Azak’ın Türkiye’de laiklik, İslamcılık, muhafazakârlık ve kadın hareketi tarihi konularındaki çalışmaları yayınlandı (yayınlanan kitapları: Islam and Secularism in Turkey: Kemalism, Religion and the Nation State, I.B.Tauris, Londra, 2010; Türkiye’de Laiklik ve İslam, İstanbul: İletişim 2019). Hafıza çalışmaları alanında ve Karakutu Derneği’nde eğitmen ve kolaylaştırıcı olarak da çalışmalar yürüten Azak, Türkiye siyasi tarihi, siyasi düşünceler tarihi, toplumsal cinsiyet ve siyaset gibi alanlarda dersler veriyor.

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

Hafıza Merkezi
Hafıza Merkezi

Written by Hafıza Merkezi

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi | Truth Justice Memory Center #zorlakaybetmeler #yüzleşme #enforceddisappearances #dealingwiththepast

No responses yet

Write a response