Kürkçüler’den Pozantı’ya Duyulmayan Çığlık: “Her şeyi gören Tanrı neden bizi görmüyor?”

Hafıza ve Gençlik projemiz katılımcılarından Zilan Turgut, proje kapsamında yürüttüğü çalışma çerçevesinde “Kürkçüler’den Pozantı’ya Duyulmayan Çığlık” kitabının yazarı Ömer Çakır ile yazın sürecini ve Pozantı’nın cezasız kalmasını mümkün kılan kamusal sessizliği konuştu. Pozantı Cezaevi’nde tutuklu bulunan çocuklara yönelik cinsel şiddet vakaları ilk olarak 2011 yılında haberleştirildi. Failler hakkında açılan soruşturmalar takipsizlik ile sonuçlandı, yaşananlar hukuk önünde kanıtlanamadı ve cezasız kaldı. Pozantı Cezaevi’nde yatan çocuklardan biri olan Çakır’ın ağzından kaleme alınan roman, cezaevinde işkence gören çocukların çığlığını duyurmayı hedefliyor.

Hafıza Merkezi
7 min readJul 21, 2023

Söyleşi: Zilan Turgut

“Hiçbir işkence çığlığı tek bir insanın çığlığı kadar büyük olamaz. Daha doğrusu, hiçbir işkence tek bir insanın katlanabileceği işkenceden daha büyük olamaz. Bütün gezegen tek bir candan daha fazla ıstırap çekemez.”

— Ludwig Wittgenstein

Aram Yayınları tarafından 2016 yılında yayımlanan Kürkçüler’den Pozantı’ya Duyulmayan Çığlık, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) çerçevesinde yargılanarak ceza alan ve Pozantı Cezaevi’nde kalan ilk çocuklardan olan Ömer Çakır tarafından kaleme alındı. Kitap, Çakır’ın gözaltına alındığı günden başlayarak ilk olarak Kürkçüler Cezaevi’ne, oradan da Pozantı Cezaevi’ne uzanan yolda yaşadıklarını anlatıyor. Çakır’ın da satır aralarında sıkça vurguladığı üzere yaşananları unutmamak/unutturmamak adına verdiği bir çaba bu. Hafıza ve Gençlik projesi kapsamında yürüttüğüm çalışma için yaptığım mülakatlar sırasında karşıma çıkan bu kitap, yürüttüğüm çalışmanın anlamı ve derinliği üzerine tekrar düşünmemi sağladı. Tüm bu yaşadıklarını kayıt altına alma cesareti göstermiş olan Çakır’ın bu çabasının hak ettiği ilgiyi görememesinin kırgınlığı ile kendisiyle kitabı hakkında konuşmak istedim ve söyleşiyi gerçekleştirdik. Umuyorum ki Çakır’ın gösterdiği çaba ve cesaretin toplumda bir tesiri olur; herkesin bildiği, kabul ettiği ama konuşmadığı gerçekler Çakır’ın satır aralarında çığlık çığlığa tozlanmaz.

Öncelikle kitabı nasıl yazmaya karar verdiğinizi konuşarak başlayabiliriz. Bu yola çıkmaya nasıl karar verdiniz?

Bu sürecin yazılması gerektiğini henüz Pozantı’dayken düşünmüştüm. ‘Burada yaşananlar burada kalmamalı, bir gün mutlaka yazılmalı’ demiştim. ‘Bir yazarın yanına gideceğim ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatacağım’ diyerek söyleniyordum kendi kendime. Fakat kendimin yazacağını hiç düşünmemiştim. Cezaevine ikinci girişimde iki buçuk ay Kürkçüler F Tipi Cezaevi’nde kaldım, daha sonra İskenderun Cezaevi’ne sürgün edildim. Tam bu günlerde Pozantı Cezaevi’ndeki tecavüz olayları patlak verdi ve gazete manşetlerine yansıdı. Her şeyi çok dikkatlice takip ediyordum. Herkes bir şeyler söylüyordu ama kimse olayın özünü yansıtamıyordu. Çok fazla bilgi kirliliği vardı. Daha da önemlisi, konuşulan hiçbir şey Pozantı gerçeğini yansıtmıyordu. Akademi, medya, köşe yazarları işin ciddiyetini ıskalıyordu. Sanki Pozantı daha öncesinde yoktu, sanki bu çocuklar daha evvel cezaevine konulmamıştı. Sanki Türkiye’nin pek çok yerinde çocuklar cezaevinde değildi ve işkence görmüyorlardı. Daha da kötüsü, çocukların çığlıklarının duyulması için tecavüze uğramaları beklenmiş gibiydi. Vahşetin bugün manşet yapılabilmiş olması, önceden yaşanmadığını göstermez.

Bir süre sonra Alanya L Tipi Cezaevi’ne sürgün edildim. Kimsenin Pozantı gerçeğini yansıtmaya yanaşmadığını iyice fark ettiğimde ‘ben yazmazsam kimse yazmayacak’ diyerek kendimi ikna ettim ve işe koyuldum, önce küçük denemeler şeklinde yazmaya başladım. Yazmak bir zorunluluk halini almıştı. Kendimi yaşamını yitiren arkadaşlarıma karşı borçlu hissediyordum. Onların anılarını yaşatmak istiyordum. İşte tüm bunların ışığında Pozantı’da tanıklık ettiğim her şeyi yazmaya başladım.

Kitabı cezaevinde kaldığınız sürede yazdığınızı ve ardından basıldığını biliyorum. Bu zaman aralığında kitabı yazmanızın sizde nasıl bir yeri ve anlamı var?

Kitabı hapishanede yazmak bir yönüyle avantajlıydı çünkü hapishanede kalırken hapishaneyi konu ettiğiniz bir kitabı yazmak o hissinizi ve hafızanızı diri tutuyor, tetikliyor. Tabii dezavantajları da var; mesela odaklanabilmek, yazdıklarınızın cezaevi idaresi tarafından fark edilmesi ve yazdıklarınıza el konulması kaygısı, kaynak kısıtlaması… Kitabı bitirdikten sonra kendime dedim ki, ‘Artık rahat ölebilirim.’ Çünkü arkadaşlarıma karşı borcumu ödemiş olacaktım ve Pozantı’yı bütün topluma duyuracaktım. Hayatımda yaptığım en zor ama en onurlu işti.

Kitapta anlattıklarınızın hem anlatıcısı hem de yaşayanısınız. Kitabı başkasının yazması tahmin ediyorum ki mental olarak seni bu kadar yormayacaktı. Bu açıdan bakınca, aynı anda özne ve nesne olmak zorunda kalman hakkında ne düşünüyorsun?

Kimse bizim öykümüzü yazmak istemedi. Herkes görmezden geldi. Kimisi bu yükün altında kalmaktan kimisi de sistemle karşı karşıya gelmekten korktu. Benim Pozantı’yı içinde yaşamış biri olarak yazmam, toplumun “duyarlılık gösteren, entelektüel” çevrelerine bir tokat oldu. Oysa Pozantı’yı kendi şahsi meseleleri gibi sahiplenmeli ve büyük bir hassasiyetle gündemlerine almaları gerekirdi. Fakat onlar ne Pozantı’yı sahiplendiler ne de o çocukların acısına ortak oldular. Kendine yazar, akademisyen ve entelektüelim diyen bu kadar geniş bir çevre varken neden ben yazmak zorunda kaldım? Bunu hep sorguladım. Gerçekten bu ülkede bir hapishaneye kapatılmış onlarca çocuğun tecavüzünü anlatacak hiç mi kimse yoktu? Bir sahne sanatçısının veya bir iş insanının yediğini, giydiğini günlerce tartışan bu ülke, onlarca çocuğun tecavüzünü tartışmaktan acizdi. Pozantı’da tecavüze uğrayan çocuklar, katledilen Yasin hiç mi vicdanınızı rahatsız etmedi? Neden bana Pozantı öyküsünü yazdırarak tekrar aynı acıyı yaşamak zorunda bıraktınız? Bunun sorumlusu kimdi ve kitabı yazması gerekenler neredeydi? Pozantı giderek unutuldu ve biz çocuklar hiç iyileşmedik. Biz yanımız hep sakat kaldı. Daha trajik bir şey söyleyeyim, ben kitabı bitirdikten sonra Kürt çocuklarının hayatlarının ne kadar ucuz olduğunu tekrar fark ettim. Bir halkın çocuklarına tecavüz ediliyordu ama kimse ses çıkartmıyordu.

Kitapta yazılanlar bir okuyucu olarak beni bazı noktalarda çok çaresiz hissettirdi. Sizin açınızdan bunu düşününce ise yazma gücünü göstermenizi çok cesur buluyorum. Yaşananların hem nesnesi ve öznesi olarak yazdığınız bu süreçte yaşadıklarınızı yazıya aktarmak nasıl bir deneyimdi?

Evet kitabı yazmak kolay olmadı çünkü yazmak her şeyi yeniden yaşamaktı. Bunu göze almak korkutucuydu ama başka çarem yoktu. Çok iyi hatırlıyorum, bazı bölümleri yazarken tekrar karanlık hücrelere gittim, aynı işkenceleri gördüm ve hiç farkında olmadan gözlerimden yaşlar süzüldüğünü fark ettim. Birkaç sefer kitabı yarıda bırakıp vazgeçmek istedim, elimdeki kalemi lanet okuyarak kaç defa fırlattığımı hatırlamıyorum. Gündüz yazdıklarım, gece kâbus olarak bana dönüyordu. Çok korkunçtu. ‘Bir çocuk bu kadar şey yaşamış olamaz, yaşamış ise de şu an yaşıyor olamazdı’ diye söyleniyordum.

Kitap boyunca cezaevindeki arkadaşlarınızın isimlerini sıkça kullanıyorsunuz. Kitap yazma kararınızı “ulaşabildiğiniz” arkadaşlarınızla paylaştığınızda nasıl bir dönüt aldınız?

O süreci birlikte yaşadığım arkadaşlarım uzaktaydı ve mektup yoluyla ulaşmaya çalıştım. Ulaştığım herkes ‘Nasıl yazman gerektiğini sana bırakıyoruz’ dedi. Çünkü Pozantı’da en uzun süre kalan çocuklardan biriydim. Benim yazmamın uygun olacağını söylediler.

Kitap basıldıktan ve okur ile buluştuktan sonra kitapta ismi geçen arkadaşlar sizle neler paylaştılar ve bu çabanıza yaklaşımları nasıl oldu?

İsmini olumsuz durumlar ile andığım arkadaşlardan dolayı kaygılıydım fakat yazılarımın taslak halini paylaştığımda herkes olumlu tepki verdi ve sevindi. Beklediğimden daha olumlu tepkiler aldım. Arkadaşlarım yaşananların bu kadar net ve aracısız bir biçimde aktarılmasından çok memnun kalmıştı. Böylece tarihe mal olacak bir sürecin yükünü omuzlarımızdan atmış olduk.

İlk soruda da değindiğimiz üzere bu kitabı bir amaç uğruna kaleme aldınız. Geriye dönüp baktığınızda sizce bu amaca ulaştınız mı?

Amaçtan kastınız duyulmak ise kişisel olarak ulaştım ama ondan da önce vicdani sorumluluğumu yerine getirdim. Pozantı’yı Pozantı’da bırakmadım. Kişisel amacıma ulaştım fakat istenilen yankı oluşmadı. Çünkü ‘kitap ulaşmasını arzuladığımız kitleye ya da yere ulaştı mı?’ sorusu benim için hâlâ tartışmalı. Kitap basıldıktan bir süre sonra toplatma kararı çıkarıldı ama ne yazık ki öncesinde de gerekli duyarlılık gösterilmemişti. Bence bu kitap uzun bir süre insanların, özellikle de akademisyen, siyasetçi ve aydın kesimin gündemini meşgul etmeliydi. Burada amaç başka Pozantıların önüne geçmek, çocukları sahiplenmek olmalıydı. Fakat ne yazık ki bu olmadı. Gerekli duyarlılık gösterilmedi. Bu çok üzücü ve acı oldu. Bu toplum bizi acılarımızla baş başa bıraktı. Oysa hiçbir şey gizli saklı değildi. Öyle ki, bizler Pozantı Cezaevi’nde işkence görürken hapishanenin birkaç metre ötesinde olağan bir yaşam akıyordu. Hücrelerin penceresinden dışarı baktığınızda dağların yamaçlarına inşa edilmiş evlerin ışıklarını görmek mümkündü. İnsanlar o evlerde ısınırken, bizler birkaç yüz metrede ilerideki soğuk hücrelerde işkence görüyorduk ama çığlığımızı duyan kimse yoktu. Her şey herkesin gözleri önünde yaşanıyordu ama kimse görmüyordu.

Kitabın önsözü Müge Tuzcuoğlu tarafından kaleme alınmış. Tuzcuoğlu, Wittgenstein’e ait olan “Hiçbir işkence çığlığı tek bir insanın çığlığı kadar büyük olamaz. Daha doğrusu, hiçbir işkence tek bir insanın katlanabileceği işkenceden daha büyük olamaz. Bütün gezegen tek bir candan daha fazla ıstırap çekemez” ifadesini alıntılamış. Kitabın sonunda bende anlam bulan bir alıntı oldu. Sizin bu alıntı hakkında ne düşündüğünüzü ve kendinizi bu ifadede nasıl konumlandırdığınızı sormak istiyorum.

Gerçekten de öyle. Düşünün ki bütün dünyadan soyutlanmışsınız ve kimse çığlığınızı duymuyor. Ölüm bile sıradanlaşıyor o an ve hatta kendini kurtuluş olarak dayatıyor. Evet, tek bir insanın işkence çığlığı bütün bir gezegeni sarsacak kadar şiddetlidir. Bunu kelimelerle anlatmak çok zor. Boğazımı yırtarcasına haykırdığım anlarda yaşadıklarımı, karanlığın içindeki çaresizliği sizlere tarif edemem. Ben bu işkenceleri gördüğüm süreçte inançlı bir çocuktum fakat yaşadıklarım beni öyle bir noktaya getirdi ki, Tanrı’yı sorgulamaya itti. ‘Her şeyi gören Tanrı neden beni, bizleri görmüyor? Görüyorsa neden sessiz kalıyor? Tanrı acımasız olamaz. Tüm bunlara sessiz kalan Tanrı benim Tanrım olamaz,’ diye söyleniyordum.

Yaşadıklarım anlatılamayacak kadar zordu. Bir kafeste boğulmak gibi, binlerce insanın eli boğazımda gibiydi. Evet işkence herkes için korkunçtur ama bir çocuk için tarifsizdir. Düşünün, bir çocuğun gece yatağından fırlayarak koğuş kapısını yumruklayıp ‘Anne, anne, beni anneme götürün’ demesinden, çaresizce yere serilip ağlamasından daha ağır ne olabilir? İşte orada anladım ki, bir çocuğa verilebilecek en büyük ceza onu annesinden koparmaktır. Ve biz bunu hapishaneye kapatılarak yaşıyorduk. Pozantı’da yaşananlardan herkes sorumludur. Herkesin gözleri önünde yaşandı. Sizler rutin hayatlarınıza devam ederken çocuklar karanlık hücrelerde çaresizce ağlıyordu. Siz sessiz kaldığınız için, konforunuzun bozulmasını göze alamadığınız için biz bu acıları yaşadık. İşte bu yüzden sizi asla affetmeyeceğiz.

Pozantı “hikâyesini” tamamlayacak başka bir hedefiniz ya da hayaliniz var mı? Bu “hikâyenin” tamamlanma şansı var mı diye de sormak istiyorum ama kaygılıyım da bu noktada çünkü tamamlanması için yaşanan her şeyi bilmemiz lazım, fakat bu da pek mümkün görünmüyor.

Tamamlanır mı bilmiyorum ama toplumdaki duyarsızlığa bakınca açıkçası umutsuzum. Tamamlanması için en azından ciddi bir özeleştiriye ihtiyaç var. Benim amacımı sorarsanız, ben bunu bütün insanlığa mal etmek istiyorum. Pozantı’nın filminin yapılması, kitabımın İngilizceye çevrilmesi gibi taleplerim ve başka kitaplar yazmak istemem bundan dolayıdır. Bu konunun akademik dünyada da yaygınlık kazanmasını istiyorum. Aslında biz çocuklar üstümüze düşeni yaptık. Şimdi hikâyenin tamamlanması için üstüne düşenleri yapmayanların çabalaması gerekiyor.

--

--

Hafıza Merkezi

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi | Truth Justice Memory Center #zorlakaybetmeler #yüzleşme #enforceddisappearances #dealingwiththepast