Diyalog ve uzlaşı için başka bir eğitim
Hafıza Merkezi olarak yürüttüğümüz Hafıza ve Gençlik projemizin katılımcılarından Elif Balcı ve Burçin Bahar Güler, akademisyen Pınar Sayan’la çatışma dönüşümü ve alternatif tarih arayışları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Tarih Vakfı için Türkiye-Ermenistan ortak tarih ders kitabı hazırlayan ve gençlerle tarihsel diyalog projeleri yürüten Sayan, proje kapsamında düzenlenen 3 Nisan tarihli atölyenin kolaylaştırıcılarından biriydi.
Söyleşi: Elif Balcı ve Burçin Bahar Güler

Tarih kitapları “biz” ve “öteki” kavramlarının manifestolaştığı açıklamalar gibi görülebilir. Bu bağlamdan bakıldığında kitap müfredatta yer aldığı sürece, kitabın yazarları ve/veya kitabı yazdıran iktidar öğretilen tarihin kimin tarihi olacağı, nelerin toplumun ortak geçmişine dahil olacağı ve nelerin olmayacağını belirleyen bir “süper güce” sahiptir. Ermenistan ve Türkiye’de Tarih Eğtiminde Alternatif Eğitim Modüllerinin Geliştirilmesi başlıklı çalışmanızda yayınlanan çözüm önerileri genel anlamda bu güce sınır koymakta. Sizce herhangi bir zamanda güç sahipleri bu gücü ellerinden bırakmaya razı gelir mi? Özetle, çözüm önerilerinizin ve alternatif bir tarih anlayışının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bu soru, benim ve bugün sivil toplum hareketlerinde yer alan pek çok kişinin de düşündüğü “Sivil toplum, siyasi iradeyi ne kadar etkileyebilir?” sorusu ile doğrudan alakalı. Buradan hareketle de liberal sivil toplum teorisi karşımıza çıkıyor. Teoriye göre; sivil toplum bir üçüncü güçtür, devlet üzerinde bir baskı oluşturur, bir denetleme mekanizması olarak işler, devlet politikalarını etkileyebilir/yönlendirebilir ve bunları sağlayabilmek için belirli mekanizmalardan oluşur, belirli şekillerde örgütlenir; ancak bu şekilde devlet politikalarında değişiklik sağlayabilir. Var olan tüm mekanizmalar hep bu yaklaşımdan doğduğu için, Türkiye’de de örgütlenmeler bu şekilde yapılmakta. Ancak hep unuttuğumuz şey bu teorinin liberal demokrasiler ve kısmen de demokratikleşme çabası içinde olan ülkeler için geçerli olması. Dolayısıyla, sizin de çok haklı olarak sorguladığınız gibi, bu çabayı sarf etmeyen ülkelerde sivil toplum siyasi idareyi ne kadar etkiler - bu bizzat benim de çalışmalarımda sorguladığım ve pek çok kişinin de sorguladığına inandığım bir konu. Çünkü, şu anda çalışmalarımız liberal demokrasi modeline evrildi fakat ne liberal demokraside yaşıyoruz, ne de ortada bir uzlaşı iradesi bulunuyor. Bu da özellikle bizim gibi barış inşasında çalışan örgütler için (STK’cılığı) daha da zorlaştırıcı bir etmen. Yani, sorunuzun cevabı da bir nevi bu: Eğer siyasi irade gösterilirse — sivil toplumdan bağımlı veya bağımsız — , o zaman tarih eğitimi (müfredatı) reformu gündeme giriyor. Diğer bir taraftan, böyle bir siyasi iradeden bahsedilmediğinde sivil toplum ne kadar etkili olabilir, bu da büyük bir soru işareti. Özellikle, şu anda Türkiye’de sahip olduğumuz kurumsallaşmış sivil toplum modelinde yapılan projelerde kaynağın çok büyük bir kısmı insan kaynaklarına gidiyor ve kurumsallaşıldığı an sivil toplumun sınırları devletin yasal düzenlemeleri ile çizilmiş oluyor. Bu da Gramscici yaklaşımda çok tartışılan bir konu: “Eğer sistemin/devletin içerisinde ise sivil toplum nasıl bir baskı unsuru olabilir?” Ancak özetle, diğer çatışma sonrası toplumlarda barış inşası süreçleri de incelendiğinde, eğer irade bulunuyorsa — özellikle bir uzlaşı iradesi — , ve sivil toplum iyi bir şekilde örgütlenmişse değişim mümkün olabiliyor.
Açıkçası bana biraz çıkmaza sürülmüş bir mesele gibi görünüyor. Çünkü bir uzlaşı ortamının oluşabilmesi için dayatılan tarih eğitimin dışarısında kalan düşüncelerin duyulmuş olması gerekiyor, ama aynı zamanda da alternatif bir tarih müfredatının ortaya çıkabilmesi için öncesinde bir uzlaşının doğmuş olması kısmen bir gereklilik olarak görülüyor…
Evet, kesinlikle öyle. Bu çıkmaza bir kapı açabilmek, alternatif alanlar yaratırken temel motivasyonumuzu oluşturuyor. Devlet denetimindeki tarih eğitiminde ve kurumlarda böyle bir çaba görülemiyor. Mesela Hafıza ve Gençlik projesi de eleştirel yaklaşımlara açık alternatif bir alan yaratıyor. Sivil toplumun özellikle bu tarz konularda alternatif alanlar yaratmak için özel bir çabası olduğunu biliyoruz ancak tabii ki etki çok sınırlı oluyor.
Türkiye ve Ermenistan ilişkileri incelendiğinde çok eskiye uzanan ve karmaşık kökler görürüz. Çalışmanızı Türkiye ve Ermenistan örnekleri üzerinden yürütürken toplum tabanına yayılmış önyargılarının, sıcak dış politika gündemlerinin ve karmaşık köklerin yaptıklarınızı nasıl etkileyeceğini düşünüyordunuz ? Çalışma sonucunda elde ettiğiniz sonuçlar beklentilerinizi karşıladı mı?
Projede bizim ulaşmaya çalıştığımız ana hedef çatışma dönüşümü yaratmaktı. Bu dönüşüm sağlanırken uyuşmazlık ortaya çıkması kaçınılmaz. Kişisel hayatımızda da bu böyledir, toplumsal olarak da. Çünkü baktığımızda her toplumun bu uyuşmazlığa zemin oluşturan kendine özgü yapısal sorunları mevcut, ayrımcılık gibi. Örneğin sesini çıkarmak da çatışma anlamına gelebilir. Mesela bir bağlamda ayrımcılığa uğruyorsunuz ve sesinizi çıkarmanız bir çatışma doğuruyor. Bu aşamada çatışmadan kaçmak yerine çatışmayı sağlıklı, yapıcı bir şekilde dönüştürmeyi amaçlamalıyız. Benim ve projedeki siyaset bilimci ekip arkadaşlarımın da projede yer almasının sebebi bu dönüşümü gerçekleştirebilmekti, sonuçta biz tarihçi veya eğitim bilimci değiliz. Dolayısıyla, katılımcılar arasında bir çatışma doğması bekleniyordu, sonrasında da hedefimiz bunları ortak bir vizyona, ortak bir sese dönüştürmekti. Ancak, proje esnasında beklediğimiz gibi “büyük” bir çatışma ortaya çıkmadı, burada katılımcı seçiminin etkisi de mevcut tabii.
Çalışmanın sonucunda Ermenistan ve Türkiye’deki eğitimciler ve akademisyenler arasında bir ağ oluşturmayı ve tarafların birlikte çalışma yürütmesini sağlayabildik. Siz de muhakkak okul döneminizde grup projesinde bulunmuşsunuzdur, en iyi arkadaşınızla bile olsanız ortak bir çalışma ortaya çıkarmak çok zorlu bir süreçtir. Bir de bunu birbirini hiç tanımayan, ikinci dilde iletişim kuran ve aralarında çatışma engeli bulunan iki grup arasında olduğunu düşünün… İnanılmaz zorlu bir süreç, ancak bunu başarabildik. Ortaya da nitelik açısından tatmin edici metinler çıkması, sonuca pozitif bir katkı sağladı. Ancak pandemi ve şu andaki siyasal durum nedeniyle yapmak istediğimiz her şeyi henüz tamamlayamadık ve açıkçası önümüzü de pek göremiyoruz.
Türkiye ve Ermenistan toplumları arasında etkileşimi arttırmak için gençleri bir araya getirecek projeler — öğrenci değişim programları vb. — nasıl bir rol oynayabilir? Özellikle çatışma sonrası toplumlarda uygulanan bu tarz bildiğiniz örnekler var mı?
Çatışma sonrası toplumlar özelinde bakıldığında en anlamlı bulunan uzlaşma çalışmaları gençler ile yapılanlar olmakta. Türkiye-Ermenistan arası gençlerle bu seneye dek her sene muhakkak birkaç proje düzenli olarak gerçekleştiriliyordu. Bu sene gerek pandemi gerek mevcut siyasal koşullar nedeniyle böyle bir çalışma gerçekleşmedi, açıkçası ilerisi için ne olacağı da belli değil.
Gençlerle proje yürütülürken en önemli nokta metodoloji. Gençleri bir araya getirip kendi hallerinde bıraktığınız takdirde pek nitelikli bir sonuç elde edemiyorsunuz, elde ediliyorsa da şansa bağlı oluyor. Fakat daha kontrollü bir ortamda, katılımcılar bir araya getirildiğinde çok başarılı sonuçlar gözlenebiliyor. Bu noktada proje tasarımı ve kolaylaştırıcılara ciddi bir sorumluluk yükleniyor. Hatta şu anda barış inşası ve çatışma dönüşümü alanında çalışan pek çok kişi de daha önceden böyle projelerde yer almış kişilerdir, ben de onlardan biriyim. Bizden bir önceki nesil Türkiye ve Yunanistan üzerinden başlıyorlar gençlik proje çalışmalarına, Ermenistan daha sonra sahneye çıkıyor. Özetle, gençlik projeleri gerek sonuçları gerek proje süreci dikkate alındığında çok değerli, ancak tabii ki doğru metodoloji ile şekillenmiş olmaları buradaki en önemli nokta. Yoksa hiç istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir.
Önce katılımcı olarak bulunduğunuzu daha sonra alanda kaldığınızı söylediniz, peki nasıl karar verdiniz bu alanda devam etmek istediğinize? Mesela katılımcı olduğunuz atölye veya projede ne ilginizi çekti?
Katılımcısı olduğum proje Türkiye ve Ermenistan arasında bir diyalog projesiydi. Diyalogların belirli bir yapısı oluyor. Benim gittiğimde 5 gün Erivan’da 5 gün İstanbul’daydık. Genelde şu an yaptıklarımızda 10 gün veya bir hafta için bir grubu alıp hiç kimsenin olmadığı izole bir yere götürüyoruz ama benim katıldığım daha farklı bir yapıdaydı. Diyalog süresince farklı atölyeler yapılıyor. Benim katıldığımda iki kolaylaştırıcı vardı. Öncelikle, bu tür projelerde bir güvenli alan oluşturmanız gerekiyor, az önce de bahsettiğim bu konu ile ilgiliydi, müdahalenin iyi tasarlanmış olması gerekiyor. Güvenli alan inşası için çeşitli grup etkinlikleri yapıyoruz.
Bunlar dışında tarih atölyelerimiz oluyor. Bu atölyelerde örneğin “Sizin için Türkiye ve Ermenistan arasındaki şu anki durumu belirleyen 5 veya 10 tarihi olay neydi?” gibi sorular soruyoruz. Bir iki gün boyunca her iki grup da kendi aralarında bunu tartışıyor, uzlaşıyor ve bir kronolojik sıralama çiziyorlar. Daha sonra bir araya gelip bu sıralamaları karşılaştırıyoruz. Bu bizim için inanılmaz ufuk açıcı bir tartışma oluyor tabii ki. Bunu farklı gruplarla da yaptık, bu tarz çalışmalarda hem katılımcı hem kolaylaştırıcı olarak bulundum. Mesela, bu çalışmada gözümüze çarpan bir örnek olarak Türkiye için Lozan neyse Ermenistan için de Sevr o. Böyle bir karşıtlık var. Veya tarihi olayların farklı isimlendirildiğini görüyoruz, örneğin Türkiye Ermenistan savaşı Türkiye’de böyle adlandırılan bir olay değil. Çok farklı perspektifler öğreniyoruz ve yaptığımız atölyeler genellikle sürelerini aşıyorlar, kimse konuşmayı bırakıp gitmek istemiyor.
Tarih atölyeleri dışında “problem çözme” atölyelerimiz oluyor. Burada gruplar “Toplumlarının en büyük korkuları ve beklentileri neler?” gibi soruları cevaplıyorlar, bunlarla ilgili tartışıyoruz. Bununla ilgili bir makalemiz de var, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan için bu atölyeler sonucunda çıkan sonuçları değerlendirdik ve karşılaştırdık. Diyalogların en sonunda da birlikte neler yapılabilir sorusunu konuşuyoruz, benim katılımcı olduğum atölyede bu kısım yoktu fakat sonraki atölyelere ekledik. Kısacası bu deneyim benim için ufuk açıcı olmuştu ve birkaç ay sonra bana iş teklif ettiklerinde direkt kabul ettim. Sonrasında da birçok proje içinde yer aldım. Örneğin bizim diyaloglara eklediğimiz “Birlikte neler yapabiliriz” sorusuna cevap şeklinde hazırlanan projeleri Caucasus Edition’da paylaştık. Bazı gruplar analitik makaleler yazdı, bazı gruplar multimedya hikayeler yaptılar ve bunları videolarla, röportajlarla, küçük bir metinle desteklediler.
Yaptığınız tarih eğitim ağı projesinde Türkiye ve Ermenistan’dan öğrencilerle de görüşmeler yapıldığından bahsetmiştiniz. Bu görüşmelerde gözünüze çarpan farklılıklar oldu mu? Sizce Türkiye ve Ermenistan’da gençler arasındaki etkileşimler yetişkinlerden daha farklı mı oluyor?
Ne yazık ki iki öğrenci grubunu bir araya getirme imkanı bulamadık. Türkiye’de Türkiye’de öğrenim gören öğrencilerle, Ermenistan’da ise Ermenistan’da öğrenim gören öğrencilerle benzer bir metodoloji kullanarak atölyeler yapıldı. Sonrasında bu iki çalışma grubunu karşılaştırdık ve çok enteresan bir şekilde benzer çıktılar elde ettiğimizi gördük. Aynı sizinle yaptığımız Hafıza ve Gençlik atölyesinde konuşulduğu gibi, bu atölyelerin katılımcıları da daha interaktif, küresel ölçekte, siyasal tarihin dışına çıkan, farklı perspektiflere sahip kaynakların kullanıldığı bir tarih eğitimi istediklerini söylediler. O nedenle sonrasında modüllerde de daha çok bu yöntemler kullanıldı. Temel olarak benzerlikler dikkatimizi çektiğinden, göze çarpan bir farklılık olduğunu söyleyemeyeceğim.
Alternatif Tarih Eğitimi Modülünde yer verdiğiniz konuları seçerken zorlandığınız noktalar neler oldu? Koymak isteyip uzlaşmada sorun yaşadığınız için koyamadığınız bir konu oldu mu?
Konularda biraz pratik davranmamız gerekti çünkü çok kısa bir süremiz, limitli bir bütçemiz vardı. Bu nedenle katılımcılarımızın bildiği alanlarda veya ilgi alanlarına göre konular ortaya çıktı. Daha önceki öğrenci atölyelerinde bize geleneksel olmayan konularda tarih eğitimi istediklerini söylemişti öğrenciler. Her grupta bir editör, danışman olarak bir akademisyen ve biri Ermenistan’dan, diğeri Türkiye’den olmak üzere iki öğretmen bulunuyordu. Uzlaşıyla geçen bir süreçti diyeyim, öyle bir çatışma yaşamadık o konuda.
Atölyede LGBTİ+ hareketlerine çok değinemediğinizden bahsetmiştiniz, fakat en azından Hollanda’daki LGBTİ+ hareketine dair bir okuma mevcuttu, bu okumaya ilişkin Türkiye ve Ermenistan toplumlarından gelen tepkiler farklılaştı mı yoksa iki toplum da benzer şekilde mi ele aldı bu konuyu?
LGBTİ+ konusuna değinememekten ziyade, kitapları analiz ederken bu perspektiften bakamadık; daha ziyade kadın temsili üzerinden kitapları analiz ettik. Ancak modüllerde LGBTİ+ hareketine dair konular bulunuyor. Modülleri gruplar kendileri yazdı, daha sonra gruplar birbirlerine gönderdiler ve kimseden itiraz gelmedi. Toplumlarda olmuş mudur, şu ana kadar bir geri dönüş almadık bununla ilgili. İlk kitapla ilgili geri dönüşler oldu ama modüllerle ilgili olumsuz bir şey yaşamadık şu ana kadar .
Proje gereği şu an okutulan MEB tarih kitaplarının müfredatını inceleme şansı buldunuz. Aramızda pek bir kuşak farkı bulunmuyor fakat sizin okul yıllarınızda okutulan müfredat ile karşılaştığınızda benzerlikler ve farklılıklar neler?
Şimdi, aslında çok hatırlamıyorum tabii ama, konular aynıydı bence. Müfredatta çok değişiklik olmamıştır. Ama ders kitaplarına yansıyabiliyor. Çünkü müfredatlar çok sık değişmiyor, belirli aralıklarla değişiklik yapılıyor. Yine ders kitapları da öyle aslında. Yani, ders kitaplarının kullanılması için MEB’den izin alınması gerekiyor ve uzun sürelerce kullanılıyorlar, daha sonra izinleri iptal olabiliyor mu bilmiyorum. Onlar da belirli dönemlerde oluyor. Ama herkes ders kitabı yazıp Mili Eğitim Bakanlığı’na başvurabilir kullanım onayı alabilmek için. Onun için bence farklılık daha çok ders kitaplarında, yani müfredat hemen hemen aynı. Ders kitaplarında farklılık olduğunu düşünüyorum. Söylem olarak belki bazı konularda daha az nefret söylemi olabilir, daha farklı veya güncel konular girmiş olabilir. Öncesiyle karşılaştırmadığımız için şu an çok net bir şey söyleyemiyorum.
Dış/iç politika hedefleri değiştikçe bunların tarih müfredatına yansıması ne kadar hızlı oluyor?
15 Temmuz sonrası bazı yayınevlerinin kitaplarının yasaklandığını ve toplatıldığını biliyoruz. Bir de şöyle bir şey var: ders kitabı üreten bir yayınevi iseniz, MEB’in neyi onaylayıp neyi onaylamayacağını da bilirsiniz. Ve onaylanabilecek türde bir ders kitabı yazma eğiliminde olabilirsiniz. Sonuçta bu bir iş, kar elde ediyorsunuz. Onun için bazen söylem oradan da arttırılıyor olabilir. Hatta direkt devlet tarafından dayatılmasa bile özel yazarların da özel kuruluşların da onay alabilmek için söylemini daha çekici hale getirmesi söz konusu olabiliyor.
Şu an Alternatif Tarih Eğitimi Modülü kullanılıyor mu? Bu modülün kullanılabilmesi için MEB tarafından onaylanması zorunlu bir durum mu?
Bu bir ders kitabı değil, onun için MEB’e başvurmadık, onay alınmadı. Bunlar daha çok öğretmenlere yardımcı materyaller olarak tasarlandı. Kullanım öğretmenlere kalmış durumda bu sebeple. Tabii bu meselede devlet okulları ve özel okullar arasında farklar ortaya çıkıyor. Özel okul öğretmenleri biraz daha rahat olabiliyor kullanabilecekleri materyaller bakımından. Modüllerdeki kolaylık şu: hangi konuyu öğretirseniz öğretin, buradaki etkinlikler o konuya uyarlanabilir. İlla içerik bakımından bakmamak lazım. Buradaki amaç çok sesli, interaktif, öğrenci odaklı metotlar öne sürmekti. Yani içerik önemli evet, o içerikler de kullanılabilir ama yöntemler de kullanılabilir.
Kullanımını yaygınlaştırmak için yapılan bir çalışma var mı? Bizler bu modülü tanıdığımız öğretmenler ile paylaşabilir miyiz?
Hem Tarih Vakfı’nın hem Imagine Center’ın internet sayfalarında bulunuyor modüller. Türkçeleri kitap olarak basıldı ve Tarih Vakfı’ndan ücretsiz olarak alınabiliyor. Kütüphanelere, sivil toplum kuruluşlarına ve isteyenlere ücretsiz olarak gönderdik. Amacımız öğretmenlerle de atölyeler yapmaktı, pandemi sonrası umuyorum ki o konuya tekrar geri dönülebilir. Yani Türkiye’de sadece, buradaki ağ üyeleri ile.
Tabii ki önerebilirsiniz. Üniversite seviyesinde de kullanılabilir, bazı etkinlikler ve bazı yöntemler her seviyeye uygun. Tabii online için ne kadar uygun ona da bakmak lazım ama yüz yüze olduğunu varsayalım. Ve evet öğretmenlerin, yani Türkiye’deki öğretmenlerin kullandığını biliyoruz. Buna ilişkin ağ üyelerinden geri bildirim almıştık. Ermenistan’da da aynı şekilde, geri bildirim almıştık öğretmenlerin kullandığı şeklinde ama çok yaygın değildir.
Hafıza ve Gençlik Projesi, Hafıza Merkezi tarafından Chrest Vakfı ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin desteği ile yürütülüyor.
Kaynaklar
Söyleşi boyunca üzerinde durduğumuz çatışma dönüşümü konusunda yapılmış olan projelerden bazılarını sizlerle de paylaşmak istedik:
- Imagine Center — Dağlık Karabağ Çatışması Bağlamında Tarih Eğitimi ve Çözümü ve Gürcistan-Güney-Osetya İlişkileri Bağlamında Tarih Eğitimi / History Education in the Context of the Nagorno-Karabakh Conflict and its Resolution and History Education in the Context of Georgian-South-Ossetian Relations
- Imagine Center — Çatışma Dönüşümü Okulu / Conflict Transformation School and Multimedia Collaboration in the Context of Conflicts in the South Caucasus
- Karakutu ve Imagine Center’ın 2017’de düzenlediği “Ermenistan-Türkiye Diyalog ve Hafıza Yolculuğu” atölyesi üzerine projenin moderatörlerinden Umut Azak’ın değerlendirmesi ve atölye katılımcılarından Zeynep Doğusan’ın izlenimleri.
- “Türkiyeli Gençler Anlatıyor: Sözlü Tarihin Geçmişle Yüzleşme, Toplumsal Uzlaşma ve Demokratikleşmeye Katkısı” adlı iki yıllık sözlü tarih çalışmasında Diyarbakır, Muğla ve Berlin’den gençler kendi hikayelerini anlatıyor.
- Ermenistan Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı
- Hrant Dink Vakfı Türkiye Ermenistan Programı
Pınar Sayan kimdir?

Pınar Sayan, Beykoz Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda, Imagine Center for Conflict Transformation’da Türkiye direktörü, Caucasus Edition — Journal of Conflict Transformation’da editör ve Roman Medya’nın kurucu ve yöneticilerinden biridir. Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi, yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi ve London School of Economics, doktora eğitimini ise Marmara Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Jean Monnet Bursu, Humanity in Action Pat Cox Programı, İsveç Enstitüsü Bursu, Georg Eckert Enstitüsü Bursu’nun da aralarında olduğu bir çok fondan yararlanmış ve Stockholm Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü ve Georg Eckert Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak bulunmuştur. Çatışma dönüşümü, insan hakları, azınlık haklarıyla ilgili sivil toplum projelerinde koordinatör, danışman, eğitmen ve kolaylaştırıcı olarak yer almaktadır. Çalışma alanları arasında Avrupa siyasetinde milliyetçilik ve etnik politika, barış inşası ve çatışma dönüşümü bulunmaktadır.