Cezasızlık politikalarına karşı Apê Musa’yı hatırlamak

Hafıza ve Gençlik projemiz katılımcılarından Mahmut Demir, Musa Anter’in oğlu Dicle Anter ile Musa Anter Hafıza Sahaları’nın Apê Musa’nın hatırlanma biçimlerine etkisini konuştu. Bundan tam 30 yıl önce, 20 Eylül 1992 günü Diyarbakır’da katledilen yazar ve gazeteci Musa Anter için bugüne dek pek çok hafıza çalışması yürütüldü. Hâlâ sürmekte olan Musa Anter cinayeti davasının 21 Eylül 2022 tarihinde görülecek duruşmasında mahkemenin 30 yıllık zamanaşımı süresini gerekçe göstererek düşme kararı vermesi bekleniyor. Dicle Anter, mahkeme “Zamanaşımı süresi doldu, dava düştü” dese bile onu hatırlamaya devam edeceklerini söylüyor.

Hafıza Merkezi
7 min readSep 20, 2022

Söyleşi: Mahmut Demir

Apê Musa anısına Musa Anter Gazetecilik ödülleri, Musa Anter Anıtı, Musa Anter Parkı ve Mardin’deki evinin müzeye çevrilmesi gibi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmaların gerçekleştirilme süreçlerinden bahseder misiniz? Bu çalışmaların anlam ve kapsamı nedir?

Babam öldürüldükten sonra vurulduğu sokağa bir anıt yapmayı düşünüyorduk. O zaman Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi HADEP’in elindeydi. Proje sunuldu ve İranlı bir arkadaş o anıtı yaptı. Musa Anter Kürt halkının büyük bir değeri, bilgesi, yürüyen kütüphanesiydi. Gençliğinden itibaren, yani 1940’lardan itibaren Kürdistan tarihinin en kanlı dönemlerine bizzat tanık olmuştu ve bu tanıklık üzerine şöyle diyordu: “55 yıllık tanığıyım, sanığıyım, davacısıyım.” Türkiye’nin Kürtlere yönelik uyguladığı katliamları, haksızlıkları kanıtlamaya çalıştığı için sanık olarak yargılandı. Bu nedenle “Sanığım ama sizden davacıyım ve doğruyu söylüyorum” diyordu. Hal böyleyken öldürüldüğü yerde onun anısına yapılacak anıtın önemi büyüktü.

Burada dikkat edilmesi gereken bir noktaya değinmek istiyorum. Bir anıt yapıldığı zaman onu sahiplenmemiz de gerekiyor. Ben her sene anıtın önünden geçtiğimde anıtın üzerinde boyalar, ateş yakmalar sonucu oluşan isler görüyorum. Bu nedenle ben o anıtı hiçbir zaman içime sindiremedim. Hatta bir kere belediye başkanına “Bu anıtı buradan kaldıralım, Musa Anter çınarla özdeşleşmişti, anıtın yerine bir çınar dikelim. Hem insanlar gölgesinde oturur hem de bilirler ki Musa Anter’in çınarıdır. Bahçesinde de çınar vardı,” demiştim fakat teklifim bir türlü onaylanmadı. Bunun yanında tabii ki o sokağın Musa Anter’in öldürüldüğü yer olarak hatırlanması adına anıtın önemli bir etkisi oldu.

Diyarbakır Yenişehir Belediyesi tarafından 2005 yılında faili meçhul cinayetler sonucu yaşamını yitirmiş olanlar için yaptırılan bu anıt, Musa Anter’e adandı. Babek Sophi isimli İranlı sanatçı tarafından yapılan anıt, Diyarbakır Seyrantepe’de Anter’in katledildiği yere yakın bir noktaya yerleştirildi.

Babamın evinin müze yapılmasına gelirsek, gerçekten önemliydi bizim için. Bu konuya başlarken ilk olarak mezarı üzerine konuşmalıyız. Babam öldürüldüğünde kendi istediği yere gömülmedi. Babamın Akarsu’daki (Stilîlê) bahçesinde gömülmesi üzerine vasiyeti vardı, kendi yerini de hazırlamıştı. Ama öldürüldükten yaklaşık 8–9 saat sonra hastaneden adeta kaçırılarak asker gözetiminde doğduğu köye, Zivîngê’ye gömüldü. Bizim için bir yıkımdı bu çünkü biz öldürüldüğünü Pazar günü duyduk. İsveç’teydik, ancak Pazartesi yola çıktık. Haber göndermiştik, babamın cenazesini bizim alacağımızı söylemiştik. Pazartesi günü uçak bulamadığımız için Salı günü ancak Batman’a inebildik ve buradan Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne gittiğimizde babama ait bir kayıt bulamadık. O dönem yoğun bir uçak trafiği vardı ve uçaklar askerle doluydu, bu nedenle geciktik aslında. Babam Pazar günü ölmesine rağmen biz köye Çarşamba günü gidebildik.Bir şey daha eklemek isterim. Uçaktan ilk indiğimde bir Hürriyet muhabiri bana doğru gelerek “Türk müsünüz?” diye sordu. İlk soru buydu. Sadece “Hayır, Kürdüm” dedim ve annemle konuşmasını söyledim.

Babamın mezarını tam bir yıl sonra, Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın girişimiyle birlikte ilk gömüldüğü yerden vasiyeti olan yere taşıdık. Asker, taşınma esnasında üç kişiden fazlasına müsaade etmedi. Bir fotoğraf var, üç kişi babamın cenazesini taşıyor. Bu yanıltıcı bir fotoğraf. Pek çok kişi yazdı o dönem, hatta yakınları bile “Koskoca Musa Anter böyle mi gömülecekti?” demişti. Oysa ben üç hafta taziyede kaldım. Bu fotoğrafa kanıp yanıltıcı şeyler söylemek, taziyeye gelen binlerce insana saygısızlık olur.

Dicle Anter’in bahsettiği cenaze fotoğrafı.

Daha sonra babamın mezarının yapılması gündeme geldi. Eşim hêlîn çizdi, mezarın üzerindeki yazıyı da eski eniştem Şenol Yorozlu (kendisi ünlü bir ressamdır) hazırladı: Zilm ne qeder e. [1] Gelini ve damadı Musa Anter’e bir katkı sunmuş oldu bu şekilde. Ben de mezarda kullanılan taşların bulunmasında yardımcı oldum. Şenol Yorozlu ve hêlîn’in babamın hatırlanmasına katkı sağlayan farklı çalışmaları da oldu. Şenol Yorozlu’nun Musa’nın Yargılanışı ve Ct Dünyası/Musa’nın Bulunuşu adlı eserleri 1. ve 2. Mardin Uluslararası Resim Sempozyumu’nda sergilendi.

Sanat hatırlatmak için güçlü bir araç. Şenol Yorozlu da sanatını kullanarak bu değerli hafıza çalışmalarını ortaya çıkardı. Apê Mûsa Ses ve Mekan Enstalasyonu (2011) da hêlîn’in büyük emekler sonucu ortaya çıkardığı başka bir çalışma oldu. hêlîn, abim Anter’de bulunan kasetlere kaydedilmiş ses kayıtlarına abimin arkadaşı Edis Potori’nin yardımıyla ulaştı ve uzun uğraşlar sonucu düzenleyerek 1 saat 45 dakikalık bir kayıt oluşturdu. Daha sonra Diyarbakır’da aylar süren aramalar sonunda bulunan Köşem Kahvehanesi ile on gün boyunca bu sesin tekrar etmesi üzerine anlaşıldı. On gün boyunca çay ve benzeri içeceklerin karşılanacağı ve kahvehanenin normal işleyişine devam edebileceği söylenince sahibi tarafından başta garip karşılanmıştı tabii. Bu şekilde ses kaydı kahvehaneye yerleştirildi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin de yardımıyla babamın vurulduğu yerden başlanarak kahvehaneya kadar “Apê Mûsa” yazılı tabelalar asıldı. Bunlar birkaç gün sonra “trafiği yanlış yönlendiriyorsunuz” denilerek kaldırıldı. On gün boyunca ses kahvehanede tekrar etti. hêlînle ben de on gün boyunca ordaydık. Gelenler babamın sohbetini bıkmadan dinlediler; güldüler, hüzünlendiler, düşündüler. Tekrar tekrar gelip saatlerce dinleyen insanlar oldu. İnsanların babamı hâlâ hatırlıyor oluşunda mizahi yönünün önemli bir rolü olduğunu söylemiştim. Kendisini dinlemeye gelen insanlarla sohbet eder, halkın sorunlarını tartışır ve hikayeler anlatırdı. Bu çalışmayla birlikte de insanlar on gün boyunca Apê Mûsa’yla yeniden sohbet etmiş oldular.

Musa Anter’in mezarı, Mardin’in ilçesi Nusaybin’e bağlı Sitîlîlê köyünde bulunuyor.

Sonrasında evin durumu vardı. Evin içi oldukça kalabalıktı köy boşaltımı nedeniyle. Biz de müze yapmaya karar verdik. Finans kaynağını buldum öncelikle. Bazı belediyeler yardımda bulundu. Söylemek de bir yanlış olduğunu düşünmüyorum, hem Bekir Kaya hem Osman Baydemir oldukça yardımcı oldu. Eşyaların çoğu İzmir’den, kardeşim Rahşan’ın evinden geldi. Biz de tadilatını yaptık, ev çok kötü durumdaydı. Sonuç olarak müze olarak açıldı. Güzel bir çalışma oldu ama ben daha farklı bir boyutta bir müze olmasını istiyorum çünkü sadece orada kalan kişiler evdeyken müzeye giriş yapılabiliyor. Yılın sadece 70–75 günü orada biri oluyor. Yine de böyle bir anıtın olması, Musa Anter’in bir mekânı olması açısından önemli. İçerdeki eşyaları görmek ziyaret edenlerin hem onu tanımasında hem de ileride onu hatırlamasında büyük etkiye sahip.

Siz bu hafıza çalışmalarının insanların Apê Musa’yı unutmamasına nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

İnsanların babamı hâlâ hatırlıyor oluşunu bir yandan da onun mizahi yönüne bağlıyorum. Babam bir şey anlattığında mutlaka bir fıkrayla anlatırdı. Mesela Batman’da bir mitingde yaptığı konuşmaya tanık olan insanlar o fıkraları hâlâ hatırlıyor. Güldüğün şeyi unutmuyorsun. İnsanlar babamı hep dinlerdi. O da insanları dinlerdi, hiç boş konuşmazdı. Babam olduğu için söylemiyorum gerçekten, “Nasıl bir insan olmak istersin?” dersen babam gibi olmak isterim. İdealist biriydi, hayata karşı saygılı bir insandı ve büyük bir karizması vardı. Çekinmez, korkusuz bir insandı. Arkadaşı Canip Yıldırım da karşısına topuyla, tüfeğiyle gelen devlete kalemiyle karşı koyması nedeniyle babamın deli cesareti olduğunu söylerdi. Babam kendisine çok güveniyordu çünkü karşısındakileri iyi tanıyordu. Hatıralarım kitabında dikkat edersen Türk büyüklerinden de bahsediyordu. Devamı da gelecekti esasında bu eserin. 1 ve 2’yi yazmıştı, 6 ve 7’yi de yazacağını söylemişti.

Tabii ki hafıza çalışmalarının babamın hatırlanmasında etkisi çok büyük. Mesela Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Ödülleri’nin o dönemde başlatılabilmesi çok büyük başarıydı. Ben de bizzat İsveç’ten gelip çalışmıştım o dönem. Hâlâ da veriliyor oluşu gerçekten çok değerli ve hem Musa Anter’in hem de bütün özgür basın şehitlerinin her sene yeniden yâd edilmesini sağlıyor. Keşke böyle olmasaydı diyor insan, keşke öldürülmeseydi bu insanlar da böyle bir ödül töreni olmasaydı. İnsanlar öldürülüyor ve onların anısına ödül töreni yapılıyor. Düşününce ne kadar trajik bir durum değil mi?

Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Ödülleri, 29 yıldır düzenleniyor. Ödülün bu yılki kazananları geçtiğimiz hafta açıklandı.

Son olarak dava üzerine konuşmak istiyorum. Birçok faili meçhulün olduğu bir döneme ait bu davanın aydınlatılması, pek çok davanın aydınlatılmasına yardımcı olacak. Bu nedenle de hukuki zorluklarla karşılaşıldığını biliyorum ki yakın bir zamanda zamanaşımı da gündemde. Dava süreci ve karşılaştığınız zorluklardan bahsedebilir misiniz?

Dava sürecine gelecek olursak, dava ilk olarak Diyarbakır’da başlamıştı ama ilerlemiyordu. O dönemde konuyu araştırmak gerçekten zordu. Fethi Abi vardı, Fethi Gümüş, o bakıyordu dosyaya. 1996’da ben ve Selim Okçuoğlu gittik, dosyayı aldık, baktık sadece bir sayfa var. Başka hiçbir şey yok. Biz böylece başladık, bir yere kadar getirdik davayı. Hatta Türkiye’yi AİHM’de mahkûm da ettik. Tabii sürekli bu atmosferde yaşamak hiç kolay değildi. Sonrasında Barış Süreciyle birlikte bir yumuşama oldu. Sabah gazetesinden iki tane gazeteci tetikçi Hamit Yıldırım’ı buldular. Hep soruyorum, nereden ulaştılar acaba? Demek ki biliniyordu ve birileri onları gönderdi. Kafamda hep şüphe olarak kalıyor: Nasıl oldu da katil olarak o adamı getirdiniz, nerden buldunuz?

Sonrasında Abdulkadir Aygan ve Miroğlu, Hamit Yıldırım’ı tespit ettiler ama döndüler bir süre sonra. “Biz tanımıyoruz, günahına girmeyelim” dediler. Oysa bir aralar Abdülkadir Aygan, Hamit Yıldırım’ı görse tanıyacağını söylüyordu. Miroğlu da mahkemeye geldi ve “Tanımıyorum,” dedi. Ayrıca mahkemede Miroğlu’nun Mehmet Eymür tarafından “Tayfun” olarak tanındığı açıklandı. Miroğlu’nun da bu işte parmağı olduğu açık çünkü kod ismi dahi söyleniyor. Gel gelelim Miroğlu kendisini öldürmek isteyen kişilerle birlikte çalışıyor. İlginç değil mi, seni öldürmek isteyen kişiyle birliktesin. Hiç mi merak etmiyorsun seni neden öldürmek istediklerini? Herkes merak eder. Git araştır ve açıkla, meclisi ayağa kaldır. Neden öldürmek istediklerini neden sormuyorsun? Eğer sormuyorsan senin de bu cinayetin içinde fail olduğunu söylemenin nesi yanlış?

İşin garibi bu durumu PKK üzerine de yıkmaya çalışıyorlar. Biz de diyoruz ki, PKK’den ayrılan birisi devlet adına bir cinayet işliyorsa, PKK işlemiyordur bu cinayeti. Bir itirafçı bir cinayet işliyorsa bu PKK’nin üzerine yıkılamaz. Bu faili belli bir cinayet, ben faili meçhul demiyorum. Devletin öyle söylemleri var ki… Mehmet Ağar diyor ya, “Bir tuğla çekilse her şey yıkılır.” Neden peki? Ne yaptınız siz? Kimse bunu sorgulamıyor, senelerdir bu söylemler üzerine kimse bir şey yapamıyor. Hâlâ ifadesi alınamıyor. Sivas Katliamında onca insan yandı, 90’larda o kadar katliam yapıldı, failler hâlâ sokaklarda elini kolunu sallayarak geziyor.

Sonuç olarak eğer Musa Anter cinayeti aydınlanırsa, Türkiye’deki birçok cinayeti de aydınlatacaktır çünkü bütün veriler devletin planladığını gösteriyor. Biz de istiyoruz ki bu cinayetin içinde olan insanlar ölmeden cezalandırılsın. Bu nedenle sürekli engeller çıkartılıyor. Eylül ayında dava zamanaşımına uğrayacak. Biz yine AİHM’e, Yargıtay’a gideceğiz tab,i ama bu zamanaşımının insanlık suçu olduğunu da unutmamalıyız. Ben de avukatımız Selim de bu zamanaşımını kabul etmiyoruz. Yalnızca Musa Anter cinayeti özelinde değil Toplumsal Bellek Platformu’nda olan aileler de aynı şeyi söylüyor. Cevat Yurdakul var komiser, Doğan Öz var hâkim, Metin Altıok, Behçet Aysan, Turan Dursun, Metin Göktepe var, Hasan Ocak var, biz bir aileyiz. Sayarak bitmiyor. Hrant Dink davası var. İlhan Erdost var, dövülerek öldürülüyor. Nasıl kimse yargılanmaz, nasıl bir adalet anlayışıdır bu? Hepsi birer katliam. Katliam olması için yüzlerce kişinin öldürülmesi gerekmiyor. Bir insanın dahi öldürülmesi katliamdır.

[1]Zulüm kader değildir.” — Musa Anter

--

--

Hafıza Merkezi

Hakikat Adalet Hafıza Merkezi | Truth Justice Memory Center #zorlakaybetmeler #yüzleşme #enforceddisappearances #dealingwiththepast