Aynı sınırlarda agonistik yüzleşme deneyimi / Kars Hafıza Gezisi
Hafıza ve Gençlik projemiz kapsamında 5–8 Temmuz 2024 tarihleri arasında Kars’a bir saha gezisi düzenledik. Proje katılımcılarından Ruken Adın, gezi sonrasında Kars izlenimlerine dair bir yazı kaleme aldı.
RUKEN ADIN
Antagonizma iki tarafın herhangi bir ortak zemin paylaşmayan düşman oldukları bir “biz-onlar” ilişkisiyken; agonizma çatışan tarafların, çatışmanın rasyonel bir çözümü olmadığını kabul etmelerinin yanı sıra karşılıklı olarak muhaliflerin meşruiyetini tanıdıkları bir “biz-onlar” ilişkisidir. (Mouffe, 2015: 28)

Gerçeklerin sınırlarını da hafızanın sınırlarını da bize hatıralar veriyor sanırım. Bu sınırları çizenler ise genellikle bir kitapta okuduklarımızdan oluşan anılarımız, bir arkadaşımızın anılarından duyduklarımız, bir şarkının sözlerinde kulağımıza fısıldananlar, bir film karesinde izlediklerimiz… Yani yaşadıklarımız, biriktirdiklerimiz…
Kars’a yapacağımız hafıza yürüyüşü yaklaşırken hatıralarımı taradım, epey hatıram vardı. Üstelik bu ilk Kars ziyaretim değildi, kış aylarında Kars’a gelmiştim. İçimize işleyecek soğuk havasıyla donmuş Çıldır Gölünü görmek, Baltık mimarisiyle şehirde turlamak üzere gelmiştim. Öteden beri sıcak yemekleriyle tanınan restoranda soluklanmış, cama değip süzülen kar tanelerini izlemiştim. Hava çok soğuktu ve güneş erkenden batıyordu. Kars’ın görülebilir gerçeklikleri geldiğim yere, Van’a çok benziyordu. Erken batan güneşimiz, çok soğuk esen rüzgarlar, bitki örtümüz …. Ama tanıdık olmayan başka şeyler hissediyordum. Konuşulmayan gerçeklerin ağırlığı vardı burada da. Geldiğim yerde olduğu gibi. Bu düşünceler cama değip akan kar taneleri gibi aklımdan geçip giderken Orhan Pamuk’un romanında geçen Kars’ı, filmlerdeki Kars’ı düşündüm. Sonra şehrin yaşadığı savaşları anımsadım, eğitim sırasında öğrenmiştim. Ancak hissettiğim başka bir şey vardı, hatıralarımıza girmesinden imtina edilenlerle karşılaşacağım ve yüzleşeceğim bir geziye çıkacağımdı.
Uzun bir yolculuk sonunda nihayet Kars’a vardım. Bu benim ilk hafıza yürüyüşümdü. Doğdum yere benziyordu bir yanı Kars’ın. Varır varmaz tenimde hissettiğim serin rüzgarıyla otelime gitmek üzere taksiye bindim ve çok kısa bir süre sonra otelime vardım. Eski diyebileceğim bir oteldi, güzel bir selamlaşma ardından odama çıktım. Camdan dışarıyı seyrederken yolculuk sırasında aldığım notlara baktım. Geçmişi hatırlatmama kaygısıyla düşünülmeden verilmiş mahalle, köy sokak isimleri, doğanın soğuk ve sertliğinin yüzüne, yürüyüşüne işlenmiş insanlarıyla ne çok Van’a benziyordu.
Sokaklarında yürüdükçe, mekânlarına baktıkça veya mimarisine dokundukça yalnız hissettim. Gezimiz boyunca rehberimizin anlattığı ezgiler söyleyen, tarla eken biçen, binalar yapan, isimler koyan, peynirler yapıp yemek tariflerini bırakan Ermeniler yoktu, Kürtler yoktu. Kiliselerden söz ediliyordu, tiyatrolardan… Neredeydi şimdi bu insanlar? Özlemezler mi buraları? Kimler geçti buradan? Bunları konuşmak istiyordum.
Yuval Noah Harari “Geçmişin soğuk eli, atalarımızın mezarından çıkıp boğazımıza sarılarak bakışımızı tek bir geleceğe yönlendirir. Doğduğumuz andan itibaren hissettiğimiz o el yüzünden, bunu varoluşumuzun doğal ve kaçınılmaz bir parçası sanırız. Bu nedenle nadiren kendimizi sarsıp özgür kılarak başka gelecekler tasavvur ederiz. Ancak tarih okumak, geçmişin sımsıkı tutunan o soğuk elini gevşetmeye amaçlar. Başlarımızı çevirip atalarımızın hayal edemediği ya da hayal etmemizi istemediği ihtimalleri fark etmemizi sağlar.” (Harari, 2017: 71) diyordu.
Boğazımı sıkan o sımsıkı eli gevşetme ve tarihi okumak istediğim o duyguyla girdiğim mekânlardan, bakkallardan, müzelerden bu sıkışıklığa çare aradığım da oldu. Yaşadığımız toprakların bu yaslı yükleri her geçen gün katılaşmaya devam ederken en az burası kadar yaslı topraklardan gelen benim gibi biri nasıl bir sorumluluk alabilir? Bu, daha eşitler arası bir karşılaşmaydı. Bu karşılaşmanın tanışıklığı ve ortak sorumluluk yükü Ayhan Erkmen’in yağmurlu bir Kars akşamında otel lobisindeki anlatıcılığıyla ilmek ilmek nakışlandı. Van’da büyüyen biri için yanı başındaki Kars’ın hafızasına dair çok şey bilmemek ama aynı zamanda aynı köklerden katılaşmış yerleri görmek her yanıyla beni saran duygular uyandırdı.
İlk akşam “Beraber Az mı Tuz Ekmek Yedik” isimli 2015 yapımı belgeseli izledik. Ortak kültür mirasına, ortak pişirilen yemeklerle vurgu yapan belgeselde, birbirinin dilini bilmeden aynı tarifler etrafında ortak bir sofra kurmasıyla son buluyordu. Aynı dilleri konuşamasalar da aynı tariflere sahip, onlar dışında karar verilmiş sınırlardan dolayı birbirlerine yerli bir yabancılık çeken kadınları alıyordu merceğe. 2015 Türkiye’sinden bugün çok uzak olduğumuzu hissettim soğuk esen rüzgarla. Yine bir yemek atölyesi yapıp bu sofrayı kurabilir miydik bugün? Belgesel boyunca beni takip eden, hatta hafıza mekânları uğradıkça beni izleyen bir şey vardı. Kadınların yer yer birbirlerine bakıp durdukları anlar, yaslı şehirlerde yaşamış olmanın verdiği kederdi sanırım adı bu şeyin.
Benim ötekim, benim yabancım bir o kadarda benden olmayan ve olamayacak olan. Son gün Ani yolculuğumuz iki saat sürdü. Geçtiğimiz yollarda işte yine ilişti gözüme o telaşlı ve eğrelti duran yerleşke adları.

Ve Anideydik. Gümrü karşımdaydı, Ermenistan ile Türkiye arasındaki o taştan köprü yıkıntısıyla işte burdaydı. Kars’ta bugün Ermeni, Kürt, Çerkes’lerin olmayışı gibi bu yıkık köprüyü onaracak hiçbir şey de yoktu etrafta. Zor geçmişle nasıl yüzleşecektik ve bu sessiz ama baskın, insanı alıkoyan duyguyu nasıl konuşabilecektik?
Sanırım Hafıza Merkezi’de yolları kesişmiş bu kadar insan bunun peşindeyiz. İmkânların ve sınırların çerçevesini de bize hakikatler veriyor. Ya peki örtülü veya karşıt hafızalarda insanı alıkoyan o duyguya nasıl erişeceğiz?
Kullanılan Kaynaklar:
Mouffe, C. (2017). Dünyayı Politik Düşünmek: Agonistik Siyaset. (Çev. M. Buzluolcay). İletişim Yayıncılık.
Harari, Y. N. (2017). Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi. (Çev. P.N. Taneli). Kolektif Kitap.